Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla Ankara Anıtpark'ta düzenlenen mitingde; "Eğitim emekçisinin yaşadığı sefaleti görmezden gelen, çocukların karnının gurultusunu duymazdan gelen bir Bakanlık düşünün, terziliğe soyunmuş önlük dikiyor. Titanik batarken şarkıya devam eden müzisyenler gibi, geminin çoktan su aldığının farkında değiller, tutturmuş bir türkü gidiyorlar. Gemi batıyor efendiler, eğitim çöküyor! Parlak bir gelecek ülkemizden günbegün uzaklaşıyor. Ülkede ciddi bir okul ve derslik sayısı eksiği var ama biz yazlık kışlık saraylar ve millet bahçeleri inşa ediyoruz. Ülkede ciddi bir öğretmen açığı var ama biz atanmayan öğretmenler ordusunu her gün biraz daha büyütüyoruz, onların inşaatlarda ölümüne ya da intihar haberlerine şahitlik ediyoruz" dedi.

Eğitim-İş, 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla bugün Ankara Anıtpark’ta miting düzenledi. Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, şöyle konuştu:

"ÜLKEMİZ SOSYAL ADALETSİZLİĞİN DERİNLEŞTİĞİ, HAKSIZLIĞIN, HUKUKSUZLUĞUN ARTTIĞI BİR LEKEYE DÖNÜŞMÜŞ DURUMDA"

"Bugün burada sadece eğitim emekçilerinin değil, tüm emekçilerin, emeklilerin, işçilerin, işsizlerin, eğitimin ve geleceğimiz olan çocuklarımızın sorunlarını ve taleplerini anlatmak için bir aradayız. Kamu yönetimindeki çöküş, üretene ve emekçiye yaşatılan sefalet artık bir memleket meselesi hâline gelmiş durumda.

20 yılı aşkın süredir cumhuriyet dersi eksik olan siyasal İslamcı ve piyasacı anlayış tarafından sosyal devlet ilkesini hiçe sayarak yönetilen ülkemiz, ne yazık ki sosyal adaletsizliğin derinleştiği, haksızlığın, hukuksuzluğun, keyfiliğin arttığı bir ülkeye artık bir hayatta kalma parkuruna dönüşmüş durumdadır.

Baştan, temelden başlamak gerekirse, temel bir hak olan eğitim, yani okumak bu ülkede artık paralı hâle gelmiştir. Parası olanın parası kadar eğitime ve sağlığa ulaşabildiği bir ülke hâline dönüşmüştür. Eğitim maalesef ki bu ülkede herkesin eşit ve nitelikli bir şekilde ulaşabildiği temel bir hak olmaktan çıkmış artık bir ayrıcalık hâline dönüşmüştür. Eğitimin velilerin üstüne yıkıldığı bir sistem kuruldu. Devletin okullarında okumak bile artık ciddi bir yük. Kendilerini ve tarikatları hoş etmek için bilimsel dersleri azaltıp, gericileştirdikleri müfredat, son yıllardaki sınavlar ve sonuçlar gösteriyor ki, temel bilgi ve becerileri, hatta konuştuğu Türkçeyi bile öğretebilmekten acizler.

"EĞER KYK'LARDA YER BULACAK KADAR ŞANSLIYSANIZ DA ASANSÖR KAZALARINDAN, TACİZLERDEN, ZEHİRLENMELERDEN KURTULMANIZ GEREK"

İmam hatip dayatmaları, protokol adı altında okullarınızda cirit attırılan tarikatlar, medreseleştirilmiş eğitim sistemden de kurtulmanız gerekiyor. Bunu da başardınız diyelim, üniversite kazandınız. Kendinize kalacak bir yer bulmanız lazım çünkü yöneticiler, sırf tarikat yurtları dolup taşsın diye yeteri sayıda yurt açmamak konusunda ısrarcı. Ha, eğer KYK’larda yer bulacak kadar şanslıysanız da asansör kazalarından, tacizlerden, zehirlenmelerden, kapı önlerinde cirit atmasına göz yumulan mafyatik yapılardan kurtulmanız gerek. Üniversitede de yemekhanelerdeki pahalılığı protesto etmek gibi doğal ve demokratik, merak ettiğiniz ancak iktidarın fikriyatıyla çatışan bir alanda araştırma yapmak gibi üniversiteli olmanın doğasına uygun şekilde faaliyet gösterirseniz eğitim hakkınızın gasp edilmesi an meselesidir. Diyelim ki bundan da kurtuldunuz. Sizi bunca yıl okutmak için fedakarca çalışan ailenizin durumu yok, çünkü yılların emeğine rağmen onlara da bir gelecek verilmemiş. Bu kez burs bulmanız lazım. Şanslıysanız büyükşehirlerde yaşamaya yetmeyen bir 3 kuruş burs buluyorsunuz ve devleti yönetenler size diyor ki 'Gel sana kredi verelim. Nas mas boşver, onlar büyük şirketlerin faiz borcu silinirken önemli, sen bana faiziyle öde.'

"DİPLOMALI İŞSİZLİĞİ ÇIĞ GİBİ BÜYÜTEN BİR ZİHNİYETİN YÖNETİMİNDE İŞ BULMAYA ÇALIŞACAKSINIZ"

Diyelim ki, bunların da hepsini hallettiniz ve mezun oldunuz. Böyle uzun bir maratondan sağ çıktığınız için artık bir geleceği hak ettiğinizi düşünmeyin. Çünkü yönetenler öyle düşünmüyor. Utanmadan 'Her üniversite bitiren iş bulacak diye bir şey yok' diyen, yandaşlara ve zenginlere unvan ve diploma dağıtmak için ardı arkası kesilmeyen vakıf üniversiteleri kuran, üniversite bölümleri açarken mezun sayısı hesaplaması yapmadığı için diplomalı işsizliği çığ gibi büyüten bir zihniyetin yönetiminde iş bulmaya çalışacaksınız. Diyelim ki, KPSS’ye girip derece yaptınız ve memur olmaya çalışıyorsunuz. Bu kez de önünüze torpil mekanizması ve mülakat denen kadrolaşma sistemi çıkacak.

Hadi diyelim, bunları da atlatabilen sayılı azınlığa dahil oldunuz. 'Artık kamuda çalışıyorum. Devlet sırtını bana ben de devlete yaslanacağım' diye düşünmeyin. Çünkü bugün itibariyle kamu emekçisinin durumu şu: Açlık sınırının çok az üstünde, yoksulluk sınırının çok çok altında bir ücret alacaksınız. Daha ay başında ay sonunu kara kara düşünmeye, borçlanarak ayı kurtarmaya çalışacaksınız.

Liyakatsizce atanan, çoğu sizden daha az eğitimli ve işinin ehli olmayan yöneticilerin baskılarına, mobbingine, angaryalarına ve hatta kimi zaman keyfi disiplin soruşturmalarına maruz kalacaksınız. Enflasyonu matematiğe ihanet edercesine yanlış belirleyen TÜİK, iktidardan aferin almak için çırpınan sarı sendikalar ve 'sanki bütün gün ne yapıyorlar ki' diyen hükümet temsilcilerinin TİS adı altında kurduğu müsamere masasında her gün biraz daha fakirleştirileceksiniz.

Onca yıl okuyup, onca yıl çalışıp orta hâlli bir araba, başınızı sokacak bir ev almak için bile şanslı olmanız gerek çünkü aldığınız düşük ücretin zaten yarısından fazlası kiraya gidecek. Diyelim ki, bu koşullardan da sağ çıktınız. Yani, artık kendi imkanlarıyla yıllarca okumuş, sonra devlette on yıllarca emek vermiş bir emeklisiniz. Bu kez de maaşınızın birden üçte bir oranında ödenmeye başladığını göreceksiniz. Ailenizle bir kez bile bir tatile çıkamayacaksınız. Artık bayramlarda torunlarına harçlık bile veremeyecek şekilde devam edeceksiniz.

"EĞİTİMCİNİN EN BÜYÜK SORUNLARINDAN BİRİ ÖĞRENCİLERİNİN ÇARESİZLİĞİNİ GÖRMEK"

Dün ülke genelinde iş bıraktık ve basın açıklaması yaptık. Bu acı tabloyu anlattık. Çığ gibi büyüyen sorunlar ve gittikçe derinleşen sefalete karşı üç maymunu oy maymunu oynayıp önlük gibi icatlar peşinde koşan MEB’in önüne giderek önlükleri bıraktık. 'Alın bu önlükler sizin olsun!' deyip elimizdeki boş tabldotları ve su şişelerini verdik. 'Okuldaki yoksulluk eğitimi de vurur hale geldi. Çocuklar derse aç giriyor, teneffüslerde musluklardan temiz olmayan suyu içiyor. Siz önce çocuklarımıza bir öğün yemek vermeyi becerin, içme suyu tedarik edin' dedik. Neden? Çünkü eğitimcinin en büyük sorunlarından birisi öğrencilerinin çaresizliğini görmek ve yeterince el uzatamamaktır.

"ATATÜRK'ÜN KİMSESİZLERİN KİMSESİ OLSUN DİYE KURDUĞU BU CUMHURİYET'TE EMEKÇİNİN YOKSUL HAKSIZ BIRAKILMASI ASLA KABUL EDİLEMEZ"

Bu anlattığım bir Türkiye hikayesidir. Artık eğitim görmenin, alanında uzmanlaşmanın, çok çalışmanın makbul sayılmadığı, iş bulmaya ve hayata tutunmaya yetecek kadar gelir sağlamaya yetmediği yeni Türkiye'dir. Bu kabul edilebilir mi? Bu geleceksizlik, bu ülkenin çalışanına reva görülen değersizlik kabul edilebilir mi? Asla kabul etmiyoruz, reddediyoruz. Bir öğretmen olarak söylüyorum ki, bunların cumhuriyet dersi eksiktir. Çünkü cumhuriyet aynı zamanda tüm yurttaşların devlet imkânlarından eşit şekilde faydalandığı sistemin adıdır. Büyük önder Atatürk'ün kimsesizlerin kimsesi olsun diye kurduğu bu Cumhuriyet'te emekçinin yoksul, haksız, hukuksuz imkânsız bırakılması asla kabul edilemez.

Eğitim emekçisinin yaşadığı sefaleti görmezden gelen, çocukların karnının gurultusunu duymazdan gelen bir Bakanlık düşünün, terziliğe soyunmuş önlük dikiyor. Titanik batarken şarkıya devam eden müzisyenler gibi, geminin çoktan su aldığının farkında değiller, tutturmuş bir türkü gidiyorlar. Gemi batıyor efendiler, eğitim çöküyor! Parlak bir gelecek ülkemizden günbegün uzaklaşıyor. Ülkede ciddi bir okul ve derslik sayısı eksiği var ama biz yazlık kışlık saraylar ve millet bahçeleri inşa ediyoruz. Ülkede ciddi bir öğretmen açığı var ama biz atanmayan öğretmenler ordusunu her gün biraz daha büyütüyoruz, onların inşaatlarda ölümüne ya da intihar haberlerine şahitlik ediyoruz.

"KADINI EVE KAPATMAK, KIZ ÇOCUKLARINI HAREMLİK SELAMLIK OKUTMAK İSTEYEN ZİHNİYETİN YÖNETTİĞİ BU ÜLKEDE HER GÜN KADINA ŞİDDET VE KADIN CİNAYETLERİ HABERLERİYLE UYANIYORUZ"

Bugün aynı zamanda kadına şiddetle mücadele günü. Peki birçok Avrupa ülkesinden bile önce kadına seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere her alanda eşitlik sağlayan bu ülkede şimdi nasıl bir noktadayız? Kadını eve kapatmak, kız çocuklarını harem selamlık okutmak isteyen, cinsiyet eşitliğini derslerinde bile bu yüzden tahammül edemeyip eğitimden çıkartan bir zihniyetin yönettiği bu ülkede istisnasız her gün kadına şiddet ve kadın cinayetleri haberleriyle uyanıyoruz. Yani eğitime vurulan her darbe, ülkeyi her alanda çağın çok gerisine atıyor. O yüzden eğitim sadece eğitim emekçisinin sorunu değildir. O yüzden eğitim emekçisinin sorunları aynı zamanda bir ülke meselesidir. O yüzden bu ağır enkazı ancak ve ancak toplumsal bir mücadeleyle kaldırmak mümkündür. Örgütlü kötülüğe, örgütlü gericiliğe karşı örgütlü bir aydınlanma mücadelesi vermemiz gerekiyor. İyileri kötüler kadar güçlü ve cesur yapmanın tek reçetesi örgütlü mücadele ve dayanışmadır. Eğitim-İş olarak kurulduğumuz günden bu yana bu amaç için mücadele ettik ve sonuna kadar da devam edeceğiz. Başaracağız! Sizlerin, tüm emekçilerin, halkımızın sayesinde başaracağız.

Tüm eğitim emekçilerinin ortak mücadele çatısı olan Eğitim-İş olarak ne diyoruz: Eğitim bir ekip ve süreç işidir; idari personelinden akademisyenine, yöneticisinden öğretmenine kadar hepsinin değer kattığı bir süreçtir. Eğitimi, eğitimden intikam alırcasına yöneten iktidar sayesinde sadece öğretmenler değil tüm eğitim emekçileri bitmeyen bir mağduriyet döngüsüne sokulmuş durumda. Tepeden inme yöneticilerin parti komiseri gibi dikildiği; aklın, bilimin ve sorgulamanın merkezi olması gereken üniversiteler susturulduğu, birçok haklarından mahrum edilen akademisyenlerin üzerinde düzenli bir siyasi baskı var. Üniversitenin idari personeli, iş tanımında olmayan angaryalarla, mesai kavramı da katledilerek sömürülüyor.

"KAMU YÖNETİMİNDE ADALETİ ÖLDÜRDÜLER"

Son yıllarda dünyanın 500 üniversitesi listesine girebilen doğru düzgün devlet üniversitemiz yok. Kamu yönetiminde liyakati öldürdüler. Tepeden inme, siyasi kriterlerle atanan yöneticilerin baskısına, mobbingine maruz kalan kamu emekçisi için iş yaşamı bir huzursuzluk kaynağına dönüştü. Kamu yönetiminde adaleti öldürdüler. Eşit işe eşit ücret gibi en insani, güvenceli istihdam gibi Anayasa'nın emri olan haklar bile tırpanlandı. Keyfi soruşturmalar, cezalar, sürgünler için var olan itiraz mekanizması çalışmaz duruma getirildi. Eşlerin aynı ilde çalışabilmesi bile torpil gerektirir hâle geldi.

Hâl böyleyken, halkı yoksulluğa mahkum ederken kendi lükslerini devletin itibarı diye izah edenlere sormak lazım, nedir devlet? Ben cevap vereyim. Devlet okuldaki öğretmendir, hastanedeki hemşiredir, milli eğitim müdürlüğündeki idari personeldir. Devleti temsil eden emekçilerin haklarının teslim edilmediği, kendisinin ve ailesinin hayatını idame ettirecek kadar ücret alamadığı bir düzende devletin itibarı olmaz.

Yöneticilere şunu sormak gerekir Çok yorgun, kafası hep geçim derdinde olan bir pilotun kullandığı uçağa biner misiniz? Kendini değersiz hissetmesine yol açtığınız, haklarını vermediğiniz için sürekli düşünceli olan bir doktora ameliyat olmak ister misiniz? Cevap hayır ise ülkenin geleceğini inşa eden eğitim emekçilerini neden kendini işine adayamayacak kadar beter bir yoksulluk ve yoksunluk kuyusuna atıyorsunuz? Devleti temsil eden emekçileri, yani doğrudan halk için emeğini veren milyonları neden derin bir geçim sıkıntısına, ağır bir değersizliğe itiyorsunuz. Kamu hizmeti almaya çalışan bu halk, sizden değersiz mi?

Bu böyle gidemez, gitmeyecek. Haklarımızı saraylarda fısıldayarak değil, meydanlarda haykırarak alacağız. Birlikte, örgütlü davranarak alacağız. Omuz omuza vererek, örgütlü bir halkın en büyük güç olduğunu, emeğin en yüce değer olduğunu göstererek alacağız."

Mitingin ardından öğretmenler, Anıtkabir'i ziyaret etti.

Kaynak: anka