Lütfü Savaş Durmuyor Lütfü Savaş Durmuyor

Eğitim Sen Samandağ Şubesi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü dolayısıyla basın açıklaması gerçekleştirdi.
Abdullah Cömert alanında gerçekleştirilen basın açıklaması öncesinde Eğitim Sen Samandağ Şube Başkanı Cüneyt Kayıkçı, kısa bir konuşma yaparak Suriye'de yaşanan katliama dikkat çekerek mücadele çağrısı yaptı.
Kayıkçı'nın konuşmasının ardından basın açıklamasını Eğitim Sen Samandağ Şube Kadın Sekreteri Esra Emir Bakır okudu.
Basın açıklamasında, sık sık, “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz!             Kadın Erkek El Ele Mücadeleye! Emekçiyiz Haklıyız Kazanacağız!  Üreten Biziz, Yöneten De Biz Olacağız! Emperyalizm Yenilecek! Direnen Halklar Kazanacak! Direne direne kazanacağız!”sloganlar atıldı.
Eğitim Sen Samandağ Şube Kadın Sekreteri Esra Emir Bakır, açıklamasında “Bugün 8 Mart ! Her günkü gibi yine yokluk! Açlık, işsizlik yine! Koyu bir faşizm her zaman olduğu gibi! 
Bugün toplumun her kesimine olduğu gibi kadına yönelik şiddet yine! Dünyada ve ülkemizde her gün onlarca kadın öldürülüyor, tacize uğruyor, her türlü insanlık dışı muameleye maruz kalıyor. Ve bugün yine ve yeniden ve yüzyıllardır olduğu gibi kopkoyu bir karanlık! Kopkoyu bir adaletsizlik, işgal yine! Ortadoğu kan gölü! Suriye, kanayan yaramız!     Ama bugün günlerden umut yine!
Karanlık ne kadar koyu olursa sabahın müjdelediği gün o kadar aydınlık olur. Açlığa, yoksulluğa , karanlığa ve adaletsizliğe karşı umudu kuşanmalıyız her daim!                            Umudumuzu, sınıf bilinci ve sınıf kiniyle büyütmeliyiz! 
Nasıl ki siyasi iktidar, daha önceki bütün siyasi iktidarlar gibi ve nasıl ki asalak burjuvazi, kendi sınıf çıkarları için sınıf bilinci ve sınıf kiniyle hareket edip bizi açlığa, sefalete mahkum ediyor ve en ufak bir hak talebinde, en ufak bir itirazda dahi her türlü şiddete başvuruyorsa, katletmekten dahi geri durmuyorsa; biz de sınıf bilincini ve sınıf kinimizi kuşanıp bize bu hayatı reva görenlerden hesap sorma bilinciyle hareket etmeliyiz. 
Kadın, erkek, işçi, işsiz, öğrenci, öğretmen, doktor, mühendis her kesimden halkımız bu ceberut düzene karşı örgütlenmek dışında bir alternatifinin olmadığını görmek zorundadır. Çünkü onlar, halka karşı inanılmaz bir örgütlülük içindeler. O halde biz de örgütlenmeliyiz. 
Kadının yaşadığı ekonomik, toplumsal her türlü sorun halkın diğer kesimlerinin yaşadığı sorunlardan bağımsız değildir ve çözümü de yüzyıllardır emeğimiz üzerinden var olan bu sömürü düzenini alaşağı etmekten geçiyor.                                                                                     Tarih, sınıfların mücadelesidir. 
Özel mülkiyetin ortaya çıktığı gün başladı bu mücadele. Köle pazarlarında hayvan gibi satıldık önce! Karın tokluğuna çalıştık! Tarlada, fabrikada, emeğin olduğu her alanda ürettik, yaşamın devinimini biz sağladık. 
Bizler, ürettikçe yoksullaştık! Bizler ürettikçe semirdi burjuvazi. Onlar bir avuç, bizler ise milyonlarız. Karnını doyurmak için kendine yemek yapmaktan bile aciz olan asalak burjuvazi, bizim emeğimiz üzerinden var oldu hep olmaya da devam ediyor. 
Bu asalak ceberut düzeni alt etmek için ihtiyacımız olan tek şey üretimden gelen gücümüzün farkına varmak ve örgütlenmek. 
Dedik ya, tarih sınıfların mücadelesidir! Köleci toplumlardan itibaren geniş halk kesimlerinin mücadelesine tanıktır tarih. Tıpkı 8 Mart 1857'de dokuma işçisi kadınların direnişine tanık olduğu gibi.
8 Mart 1857'de dokuma işçisi yüzlerce kadın, toplumun geniş kesimlerinin kader diye tabir ettiği ama aslında sadece insan emeği üzerinden var olan ve kâr uğruna her türlü kötülüğü emekçi kesimlere   reva gören kan emici asalak burjuvazinin dayattığı yaşam koşullarını köşelerine çekilerek kabullenmek yerine direnmeyi seçti ve diri diri yakıldı.                               Dünya halkları, emekçiler, dünyayı insanca biçimlendirme mücadelesinde bedel ödemeye devam ediyor. Zulme, haksızlıklara, adaletsizliklere, insan onuruna aykırı yaşam koşullarına direnen herkes ya inanılmaz bir kıyıma uğradı ya hapishanelere atıldı. İşinden edildi, ekmeği elinden alındı.                                  
Kan emici asalak sınıfı burjuvazi, dünya halklarına açlığı reva gördü. 
Kadına da tabi! Kadın, yüzyıllar boyunca hem ucuz iş gücü olarak görüldü ve üretime böyle dahil edildi hem de cinsel bir obje olarak sunuldu hep, ahlaksız ve kan emici kapitalist sistem tarafından. 
Gerici bir muhtevaya sahip ataerkil toplum anlayışı da kadına insanca yaklaşmadı. Evde, iş yerinde emeği pervasızca sömürüldü, namus bekçiliğine maruz kaldı, katledilmesi vaciptir dendi ve iş yerinde, sokakta, evde, aklınıza gelebilecek her yerde tacize, tecavüze uğradı, öldürüldü.                                                                                     
Toplumda ve toplumsal mücadele içerisinde kadının yeri hep konuşuldu ve tartışıldı. Gerici ataerkil anlayış, muhafazakâr kesim tarafından Nazım Usta'nın da deyimiyle yeri hep öküzümüzden sonra gelen, kocasına itaat etmekle yükümlü, sokakta kahkaha atması ayıp sayılan, tacize-tecavüze uğradığında bile suçlanan hatta "Kendi rızası vardır!" denilen ve her durumda inanılmaz bir baskı ve şiddete maruz kalan bir pozisyonda oldu hep. 
Muhafazakar, gerici zihniyetlerin kurbanı oldu ve evde, sokakta, iş yerinde katledildi. Katillerine doğru dürüst ceza bile verilmedi. Hele de tecavüz edip katledenlerin siyasi iktidarla bir yakınlığı var ise tamamen hasıraltı edildi.                                                               Kadın sorununa sahip çıkmak isteyen çarpık anlayışlar da doğal olarak kadının toplumsal mücadeledeki yerini çarpık bir bakış açısıyla konumlandırdı. Kadının yaşadığı sorunlara ve toplumsal mücadeledeki yerine, sınıf gerçeğinden kopararak çözümler üretti. Sorunun kaynağını yanlış yerlerde aradı, dolayısıyla çözümler de hep yanlış ve çarpık oldu. Sorunu yaşayan kadınlarımızın çoğu da bu çarpık bilinçle donatıldı maalesef. 
“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!”a indirgendi neredeyse eylemler. 
İstanbul Sözleşmesine sadık kalınırsa kadın sorununun çözüleceğine inanacak kadar akla ziyan politikalar üretildi. Kadının yaşadığı sorunlar, erkek egemen toplum anlayışına indirgendi ve erkek, sorunun temel kaynağı olarak görüldü-gösterildi.                                       Peki, o çok övülen İstanbul Sözleşmesi ne diyor: “Özellikle Savaş Zamanında Sivillerin Korunmasına Dair...” diyor mesela. Yanı başımızda Suriye'de insanlar katlediliyor, Filistin'de katliamların,  alçaklığın haddi hesabı yok, "Sivillerin korunması " diyorlar!                                Kadın ve kız çocuklarının, şiddetin her türlüsüne maruz kaldıklarını ve bunun kadın erkek eşitliği önündeki en büyük engel olduğunu, bu durumu endişeyle karşıladıklarını beyan edip "Taraf devletler; cinsiyet, ırk, renk, dil, din ayrımı gözetmeksizin tüm mağdurların haklarını güvence altına alır." diyor İstanbul Sözleşmesinde. 
Kim diyor? Avrupa Konseyi! Kim imzacı? Avrupa Birliği. Yani dünya halklarına dolayısıyla da kadına reva görülen açlığın, sefaletin, katliamların baş mimarı emperyalistler!  
Emperyalizm; kadını, erkeği, yaşlısı, genciyle, çoluğu çocuğu ile her kesimden ve her yaştan dünya halklarının baş düşmanıdır ve bu dünyada yoksulluk ve zulüm onun sayesindedir. Emperyalistlerden medet ummak kelimenin tam manasıyla ya saf cahilliktir veya toplumsal sorunların çözümüne dair bile bile bilinç çarpıklığı yaratarak dünya halklarına karşı suç işlemektir. 
Oysaki her toplumsal sorun gibi kadın sorununun kaynağı da çözümü de toplumsal üretim ilişkilerinde yatmaktadır. Üretici güçlerin, egemen sınıfın hizmetinde olduğu kapitalist sistemde kadının kurtuluşu mümkün değildir. 
Ne zamanki üretim araçları el değiştirir ve emek sömürüsü üzerine kurulu kapitalist sistem alaşağı edilirse, işte o zaman sadece kadının değil bütün halk kesimlerinin, emeğin kurtuluşu gerçekleşecektir. 
Kadına, halkın her kesiminden insanlara özgürlüğünü verecek olan SOSYALİZMDİR! Çünkü sosyalizm, emek sömürüsünü ortadan kaldıracak olan yegane yönetim biçimidir. Kadının kurtuluşu sosyalizmde!” ifadelerine yer verdi.
Foto-Haber: Neslihan Sağaltıcı 

Editör: Nezahat Fırıncıoğulları