Yılbaşı veya yerel dille Res-el Seni, kaynağı ve toplumsal yaşamdaki yeri. Eski arkadaşlara hatırlatma, yenilere ise bilgilendirme amaçlı. Bu vesileyle insanlık alemine iyi yıllar dilerim..
Ey Vasi; “Bir yılda iki yılbaşı mı olur?” dediğini duyar gibiyim. Farklı kültürlerin bir arada yaşamayı özümsediği, farklılıkların zenginlik olarak algılandığı bir yerde yaşıyorsan her şey sana normal gelir. En azından komşunun inançlarına, gelenek ve göreneklerine saygı çerçevesinde yaklaşır, onun sevincine katılır, üzüntüsüne ortak olursun. Bu durumda geleneklerin birbirlerinden etkilenmemesi mümkün değil. Bu olgular üzerine tarihte yaşanmış trajedilerin politik ihtirasların dışındaki insanları birbirine yaklaştırdığını hesaba katarsak, bunun sosyal hayata yansıması kaçınılmazdır. Şimdi bu yansımayı inceleyelim ve Samandağ’da, daha doğrusu Doğu Akdeniz’in nevi-i şahsına münhasır Arap Alevi halkının kutladığı iki yılbaşını incelemeye çalışalım.
İlk yılbaşı resmi kutlamaların yapıldığı Miladi yılbaşıdır. Bu yılbaşında insanlar ne yapıyor diye merak ettim ve fotoğraf makinemi alarak yola koyuldum. Çarşı merkezinde olağanüstü bir hareketlilik vardı. İnsanlar bir alışveriş çılgınlığı yaşıyorlardı. Kimileri milli piyangonun son biletlerine yetişmek istiyor, kimi bazı derneklerin yaptığı araba çekilişlerine bilet alıyordu. Kuru yemiş dükkanları, alışveriş merkezleri, marketler ve bilumum satış yerleri cıvıl cıvıldı. “Hah” dedim kendi kendime “işte kapitalizmin tüketim toplumu.” Sonra işletme sahibi birkaç arkadaşıma uğradım. Satıştan memnundular. “Bu tür özel günleri dört gözle bekliyoruz” dediler. Bu özel günler olmasa çok zorluklar yaşarlarmış. Hatta çoğu ödeme planlarını buna göre düzenliyorlarmış. Yani bir yanda müşteri bekleyen işletmeciler, diğer yanda alışveriş için bahane arayan insanlar. Neyse fazla uzatmayayım. Akşam ne yapıyor bunlar, nereye gidiyor, yılbaşını nasıl karşılıyorlar? 
Yılbaşını gazinolarda veya ev dışında kutlayan insanları görüntülemek için deniz kenarındaki işletmelere uzanayım dedim. Hayatımda hiçbir yılbaşını bu ortamlarda geçirmemiştim. Birkaç işletmeye uğradım. Bazıları hummalı bir hazırlık içerisindeydiler. Bazıları da her günkü gibi sıradan bir akşama hazırlanıyorlardı. 
Telaş akşamki canlı programlar içinmiş. Yerel guruplar sahneye çıkacak, gelen konuklar Arapça, Türkçe, Ermenice şarkılar eşliğinde neşeli bir akşam geçirecekler. İnsanlar mutlu oluyorsa kim neye karışabilir ki? Sonuçta her şey insanların mutlu olması için yapılıyordu. Zaten halkın büyük kısmı basitçe evlerinde geçirecekti ama imkanı olan ve yılbaşını dışarıda geçirmek isteyenlere de en iyisini sunmak bu işletmelerin göreviydi. Miladi yılbaşını kutlayan dünyanın büyük kısmında bu böyledir.
Şimdi gelelim ikinci yılbaşına. Sana ilginç gelecek olan işte bu yılbaşıdır. Bana ilginç gelmiyor çünkü doğduğumdan beri aynı olayı yaşıyorum. Bu ikinci yılbaşı aslında bir bayramdır ve Rumi yılbaşıdır. 14 Ocak sabahı kutlanır. Miladi yılbaşı ne kadar şatafatlı, telaşlı ve gürültülü geçiyorsa, Rumi yılbaşı o kadar dingin, ağırbaşlı, vakur ve derin bir ruhiyat içerisinde geçer. Sadece ev hanımlarının telaşı vardır. Çünkü bu günde yıl boyunca pek yapılmayan içli köfteler, kakeler, kaytaz börekleri, etli pideler çeşitli çörekler ve ev yapımı ne kadar farklı mamül varsa yapılır, hazırlanır ve gelecek misafirlere ikram edilir. Tüm bu hazırlıklar bir gün öncesinden tamamlanır, ertesi gün gelecek olanlar beklenir.
Ey Vasi; bu Res-ül sene nasıl bir bayramdır ve önemi nereden kaynaklanmaktadır? Bunu biraz irdelemeye çalışalım. Arap Alevi vatandaşlar arasında her ne kadar yılbaşı bayramı olarak bilinse de Alevi din adamları Çıkış Bayramı olduğunu ifade ederler. Hz. Musa’nın İbranileri Mısır’dan, Firavunların zulmünden kurtardığı gündür. Bir anlamda mazlumların zalimlere karşı direnişini sembolize eder. Aleviler arasında en yaygın kutlanan bayramlardan birisidir. Gün doğumu manasında da algılanan bir bayram olmasından dolayı ziyaretler genelde sabah erken saatlerde gerçekleştirilir. 14 Ocak sabahı çoğunlukla ailenin büyüyü nerede oturuyorsa orada toplanılır. Komşu, akraba veya bir din büyüğünün evi de ziyaret edilenler arasındadır. Gelen misafirler yanlarında genellikle bir şeyler, ama çoğunlukla tatlı getirirler. Çoluk çocuklar ev ev dolaşarak bayram harçlığı toplarlar.
Bu bayramın önemli özelliklerinden birisi de erkeklerin din amcalarını ziyaret etmeleridir. Şimdi biliyorum “din amcası ne demektir?” diye soracaksın. Arap Alevilerinde (bazıları “Nusayri” diye tanımlar ama doğrusu Arap Aleviliğidir) amcalık kurumu vardır. Din amcası demek dinin kurallarını erkek çocuğa öğreten kişidir. Din amcası manevi olarak çocuğun en yakınındaki kişi demektir. Çünkü ona Alevi inancının tüm kaidelerini öğreten kişidir. Arap Alevileri kendilerini Müslüman olarak tanımlar ve İslam’ın Batıni yorumuna sahiptirler. İslamiyet’ten önceki peygamberler de kutsal sayılır. Hatta tarihte insanlığa hizmet etmiş her kim ise onda kutsal bir ruhiyat mevcuttur. Dolayısıyla onlara da saygı gösterilmesi icap eder. Arap alevi inancına göre evrende görünen ve görünmeyen çok şey vardır. Maddenin görünen yüzü olduğu gibi görünmeyen bir yüzü de mevcuttur. Bu yüzden İslam’ın zahiri yorumu da Batıni yorumu da gereklidir. Kuran’ı diğer mezheplerden farklı olarak yorumlar ve bu kutsal kitabın sırrına ulaşmaya çalışırlar. Mesela sana bir örnek vereyim. Kuran’daki cihat anlayışını insanın kendi iç dünyasını fethetme olarak açıklarlar. İnsanoğlu kendi arzularının kurbanı olarak bir çok günaha uğramaktadır. Eğer insan kamile ulaşmak istiyorsa önce kendi iç dünyasını fethetmelidir. Yoksa elde silah Allah Allah nidalarıyla başkalarını kılıçtan geçirmek cihat değil, zulümdür. En büyük cihat insanın kendisini doğru yola sevk etmesidir.
İşte bu inanca sahip aileler çocukları 14-15 yaşına gelince çeşitli aşamalardan geçirip sınayarak onu din amcasına gönderirler. Dinin akaidini öğrendiğine kanaat getirene kadar amcasının yanında kalır. Amcasının çocukları kardeşi sayılır. Kız çocuklarına bu kurallar öğretilmez. Ancak temel bazı ayet ve duaları öğrenmelerinde herhangi bir engel yoktur. 
Res-ül Sene öncesi şöyle konu komşuya bir uğrayıp neler yaptıklarına bakayım dedim. Ohoo. Neler var neler. Şimdi hepsini söylemeyeyim obur midene oturmasın. Ama hazırlıklar tam gaz gidiyordu. Fırınlar sabahtan akşama kadar dolup dolup taşıyordu.
14 Ocak sabahı abim Zekeriya'nın evine gittim. Baktım dini öğrettiği çocuklar - ki çoğu artık ev bark sahibi olmuşlar - yavaş yavaş geliyorlar. Sofra donatılmıştı. Gelen amcasının elini öpüp bayramını kutluyordu. Her şey hazırdı. Ben de o gün nasibime ne düşmüşse yiyip içtim. Keşke her gün bayram olsa diyorum. Tabi ki sen de “deliye her gün bayram” diyeceksin. Kıskanç. 
Birkaç gün sonra oturup bu yılbaşı meselesini aklımdan geçiriyordum. Başta demiştim ya “kapitalizmin tüketim toplumu” diye. Kapitalizmi bu kadar basit düşünürsek yanılgıya düşeriz. Toplumun düzenini sosyal adalet, fırsat eşitliği, eğitim, sağlık ve iş güvenceleri, yaşanabilir, sürdürülebilir temiz bir çevre ile emeğe saygılı özgürlük ve sömürüsüz bir dünya açısından düşünüp değerlendirmemiz gereklidir. Tüm bu saydıklarım insanların mutluluğu için değil mi? Öyleyse bırakalım insanlar mutlu oluyorlarsa öyle yaşasınlar. 60 yaşındaki adama ne öğreteceksin ki? Yoksa 70 mi oldun, ne bileyim?
Not: 
Daha önce de paylaştığım bu yazıma Rumi Yılbaşı konusunda itiraz edenler oldu. Jülyen takvimi baz alınırsa Rumi Yılbaşı Mart'ta başladığı için haklılar ama bu durum bazı yerel geleneklerde geçersizdir. Eski inanışlarda çok farklı gelenekler mevcuttur. Ben de büyüklerimizin geleneğini kullandım..

Editör: TE Bilişim