Tüm Öğretmenler Birliği Sendikası yaptığı basın açıklamasında 2021-2022 Eğitim Öğretim Yılı’nı değerlendirdi. 
TÖB SEN  Adına Merkez Yürütme Kurulu Başkanı Deniz Ezer, kamu okullarının fiziki altyapı ve donanım eksikliklerinin olduğunu, MEB 'in istatistiklerine göre bile  4+4+4 uygulamasından bu yana devlete ait ilkokul sayısında ciddi azalma olduğunu vurguladığı açıklamasında şu ifadelere yer verildi.
2021-2022 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI EĞİTİMİN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ
TÖB SEN olarak Öncelikle pandemi sonrası öğrencileri gerek bilişsel anlamda gerek davranış kazandırma konusunda ayrıca  1.5 yıl uzaktan eğitim görerek okula gelmeyen  öğrencileri okula yeniden  motivasyonlarını sağlama konusunda büyük özveriyle çalışan eğitim emekçilerini 2021-2022 eğitim öğretim sürecindeki emekleri için kutluyor,saygıyla selamlıyoruz.
2021-2022 eğitim-öğretim yılı 17 Haziran Cuma günü itibariyle sona erdi . MEB verilerine göre 2021-2022 eğitim öğretim yılı itibarıyla resmi  ve özel  olmak üzere
•    14 bin 137 okul öncesi, 
•    24 bin 778 ilkokul, 
•    19 bin 323 ortaokul 
•    13 bin 82 lise ile toplam 71 bin 320 okulda ( Devlet okullarında 999 bin 563, özel okullarda 172 bin 328 olmak üzere toplam) 1 milyon 171 bin 891 öğretmen ;
•     açık öğretim öğrencileri dâhil olmak üzere 17 milyon 436 bin 532 öğrenci ile eğitim ve öğretim sürdürülmüştür.
•    Ayrıca 57 bin 108'i devlet okulu olmak üzere 71 bin 320 okul, 850 bin derslik bulunuyor. 
Covid 19 döneminde 1.5 Yıldır uzaktan eğitime geçiş yapılması eğitim öğretimdeki dönütleri daha da olumsuz hale getirmiştir. Bunların yanında iktidarın eğitime ısrarla ideolojik bakması, vakıf ve cemaatlerin MEB teki konumlarının artması eğitimin niteliğinde  gerilemenin sürmesine neden olmuştur. Eğitimi gerek müfredat olarak gerek protokoller yoluyla dinselleştirme uygulamaları, kamu okullarının fiziki altyapı ve donanım eksiklikleri, yurt sorunu ve buna bağlı olarak cemaat ve vakıf turlarının özendirilmesi, kalabalık sınıf sorunu, ikili öğretim, taşımalı eğitim, çocuklara yönelik taciz ve istismar vakalarının artması, liyakatın ayaklar altına alındığı mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik ve ücretli öğretmenlik uygulamasının sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu, öğretmen meslek kanunu garabeti, niteliksiz üniversiteler, üniversitelere liyakatsız atamalar  vb. gibi çok sayıda sorun, çözüme kavuşmamış daha da derinleşmiş ve çözümsüz hale gelmiştir.
Sorunların derinleşmesinin sebebi bizzat iktidar ve Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) eliyle yapılan yasal düzenlemelerdir. Eğitimi piyasalaştıran MEB kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı atmış, vakıf, dernek ve cemaatlerle işbirliği halinde eğitimin içini boşaltmışlardır. Bir arada yaşama kültürü yara almaya devam etmektedir. Etnik, kültürel çeşitlilik ve inanç çeşitliliği, eğitim programlarında ve ders kitaplarında neredeyse hiç yansıtılmasını gibi şölen ve mezhepsel öğretmen ve yönetici yaklaşımların çoğu Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından aklanmıştır.. Eğitimde benimsenen tekçi yaklaşım ile  farklı inanç, kimlik ve mezhepler yok sayıldığı gibi uygulamalarda da cezasızlık ile bu durum teşvik edilmiştir. Türkiye’nin kamusal, laik, bilimsel eğitim konusunda gitgide gerilemesi endişe vericidir.
1.ÇOCUK HAKLARI ÇİĞNENMİŞTİR.
Yaşam koşullarına ve pedagojik sürece aykırı olan eğitimde 4+4+4 düzenlemesi başta olmak üzere, MESEM ile birlikte çıraklık ve stajyerlik uygulamaları gibi  daha birçok düzenleme, çocukların dağıtımın dışında kalmasına  ve çocuk işçi olarak  olumsuz koşullara sürüklenmesine neden olmuştur. TÖBSEN olarak bu yaklaşımın temel yoksul aile  çocuklarının sermayeye ucuz iş gücü kaynağı olarak sunmak olduğunu düşünmekteyiz. Çocukları örgün eğitim dışına iten bu  sistemli politikalar ile devletin patronlara yönelik çırak ve stajyer çalıştırmayı kolaylaştıran düzenlemeler kabul edilemez.. Ekonomik kriz ile birlikte artan yoksulluk ve işsizlik nedeniyle çocuklar çocuk işçi olarak çalışmak zorunda bırakılmaktadır; olan her zaman olduğu gibi yoksul halk çocuklarına olmaktadır. Bu sınıfsal ayırım iktidarın politikalarının sonucudur.
Ekonomik kriz ile birlikte fırsat eşitsizliği daha da artmış buna çözüm yolu bulmak yerine MEB ve iktidar halk çocuklarına Mesleki Eğitim Merkezlerini (MESEM)sunmuşlardır. Büyük işletmelerde yaş sınırını kaldıran iktidar  patronlarında iştahını kabarttı; birçok işyeri sahibi halihazırda çalıştırdığı işçileri öğrenci gibi göstererek işçi (öğrenci) başına para almak için  adete sıraya girdiler. Uygulama şöyle; ortaokul mezunuysa 1276.02 TL, lise mezunuysa 2 bin 126.70 TL teşvik alınıyor. Küçük işletmelerde de çoluk çocuk eş dost MESEM’e kayıt olarak bu işletmelerde çalışıyor görünüp teşviklerden yararlanıyor. Şu anda da dört metre kare dükkan da yirmi eleman çalışıyor görünen işletmeler mevcut  ve teşvik alıyor. Hatta basına yansıyan duyumlardan biri şöyle; bir meslek grubunun oda başkanının faal olmayan dükkanında 20 çırak görünüyor.” MESEM ile birlikte çocuk işçiliği ve ucuz  emek sorunu MEB yoluyla yasal hale getirilmiştir. Yoksul, halk çocukları ve kırsal kesimde yaşayan çocuklar açısından eğitime ulaşma konusunda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Hatırlanacağı gibi pandemi döneminde 6 milyon’a yakın çocuk eğitim-öğretim dışında kalmıştı. MEB bu çocuklara da nitelikli telafi eğitimi sunmamıştır. Sınıfsal eşitsizlik gibi en temel sorun iktidarın ısrarla görmezden geldiği bir sorun olmaya devam etmekte, yoksullaşma oranı arttıkça, sınıf farkından doğan eşitsizlikte artmaya devam etmiştir.
Suriye ye yönelik emperyalist müdahale ile birlikte  ülkemize  göç'e zorlanan milyonlarca insan neticesinde yüzbinlerce Suriyeli öğrenci konusunda kalıcı bir programı olmayan MEB bu konuda da sınıfta kalmıştır. İstatistiklere göre Türkiye’deki Suriyeli çocukların yaklaşık üçte biri okul yüzü görmemiştir. MEB’in verilerine göre, eğitim çağında bulunan bir milyon 124 bin Suriyeli çocuğun ancak yüzde 65'i, yani 730 bini okula giderken, yüzde 35'i ise eğitim hakkından yararlanamamaktadır. Okula gidemeyen Suriyeli çocuk sayısı 393 bin 547 olarak kayıtlara geçmiştir. Bunun yanında Suriyeli çocukların çocuk işçiliği, çocuk yaşta evlilikler gelirken, Geçici Eğitim Merkezlerinde yaşanan sorunlar çözülmediği gibi Suriyeli nüfus sorunu iktidarın politik malzemesi haline gelmiştir. Ayrıca bir başka tehlikede Suriyeli çocuklar özellikle  cihatist selefi terör örgütlerinin eleman sağlama konusunda  hedef kitleleri olmalarıdır. Bu konu ülkemiz açısında da endişe vericidir.
2.EĞİTİM SERMAYE İÇİN BİR PAZAR HALİNE GELMİŞ KAMU OKULLARİ DİNSELLEŞTİRİLMİŞTİR.
   Eğitimde yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları hızla devam etmektedir. Gelinen süreçte özellikle meslek liseleri  birer ‘ticari işletme’ haline getirilmiştir. Öte yandan devlet okullarına ödenek vermeyen iktidar yoksul halk çocuklarının ailelerine yük bindirmeye devam etmiştir.
Piyasacı eğitim sistemi, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, öğrenci ve velilerin ‘müşteri’ haline getirilmesini hedeflemekte eğitim sermaye için bir pazar alanına dönüştürülmüştür. Bunun sonucunda da sosyal eşitsizlik ve sınıf farklılıkları daha da derinleşmiştir. Aynı okul içinde sınıflar, aynı bölge içinde  okullar, farklı bölgeler farklı okullar  birbirleriyle rekabet içine sokularak eğitim hizmetleri rekabetçi piyasa kurallarına göre düzenlenmektedir.
Son yıllarda da kamu okullarına aktarılması gereken bütçe özel okulları güçlendirmek için kullanılmıştır. MEB’in her yıl açıkladığı örgün eğitim istatistiklerine göre özellikle son 5 yılda devlete ait ilkokul ve ortaokul sayısının azaldığını, özel ilkokul, ortaokul ve lise sayısının arttığı  ve bu okullara öğrencilerin  yönlendirildiği görülebilir.
Rekabete dayalı eğitim anlayışı, gerici eğitim dayatması ve  4+4+4 nedeniyle ortaya çıkan olumsuz tablo karşısında veliler çocuklarını özel okullara göndermeyi tercih etmektedir. Ayrıca velilerin çocuklarını kamu okullarından özel okula yönelme nedenleri zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar ,sınav kaygısı gibi pek çok nedende sayılabilir.
İçerik olarak  felsefe-bilim derslerinin azaltılması, zihinsel engelli çocuklara zorunlu din dersi getirilmesi, okul öncesi ve ilkokul öğrencilerinin camilere götürülmesi, din eğitiminin fiilen okul öncesine hatta kreşlere kadar indirilmesi eğitimde ciddi bir dinsel kuşatma olduğunu ve lâik eğitimin dışına çıkıldığını net göstermektedir.. Birçok ilde ve okulda  karma eğitimin açık açık hedef haline getirilmesi ve imam hatiplerden başlayarak sınıfların cinsiyete göre ayrılması uygulamaları sorunun boyutlarının bilinenden çok daha büyük olduğunu göstermektedir.
BU durum kaygı verici bir duruma gelmiştir. MEB’in Diyanet İşleri Başkanlığı, dini vakıf ve derneklerle ortak yürüttüğü projeler, imzalanan ‘işbirliği’ protokolleri, okulları çeşitli cemaat, tarikat ve dini grupların etkinlik ve faaliyet alanı haline getirmiştir. Bu durum çocuklarımızı açık hedef haline getirmiştir.
Akp iktidarı bilim yerine ümmet gençliği adı altında dini referanslı bir gençlik yetiştirmeye çalışmaktadır. Bu konudaki Referansları cemaatler ve Din İşleri Başkanlığıdır.
Oysa Anayasaya göre MEB'in görevi özellikle eğitim sistemini dini kurallara göre değil, evrensel ve bilimsel gerçeklere, toplumsal ihtiyaçlara göre düzenlemektir. Bu nedenle, MEB’in dini vakıf ve çeşitli derneklerle yaptığı tüm işbirliği protokolleri derhal iptal edilmelidir.
3.ÖZEL OKULLARDA ARTIŞ HIZLA DEVAM ETMEKTEDİR.
MEB 'in istatistiklerine göre  4+4+4 uygulamasından bu yana devlete ait ilkokul sayısında  5 bin 650 gibi ciddi bir azalmanın olması dikkat çekicidir. Yine devlet okullarına giden öğrenci sayısındaki azalma söz konusu ilkokulda 367 bin 450, ortaokulda ise 189 bin 723 olmuştur.
Türkiye’de 2021-2022 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle 14 bin özel öğretim kurumu (okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise) bulunmaktadır. Akp iktidarı öncesi oran 1,9.iken Akp iktidarı ile birlikte oran yüzde 8'e çıkmıştır.
Gerek okul sayısı gerekse öğrenci sayısı açısından baktığımızda 4+4+4 ile birlikte eğitimde özelleştirmenin ne kadar hızlı gerçekleştiği açıkça görülmektedir. Bu durum, iktidarın bilerek, isteyerek kamusal eğitimi boşalmaya çalıştığını gösterdiği gibi, özel öğretimin devlet desteğiyle desteklendiğinin kanıtıdır. İktidarın kamu okullarına bütçe ayırmaması velilerin daha da mağdur olmasına sebep olmuştur. 
TÜİK verilerine göre, devletin eğitim harcamalarının milli gelir (GSYH) içindeki payı 2019 yılında yüzde 4,4 iken, 2020 yılında yüzde 4’e gerilemiştir. 
Türkiye’de Eğitim harcamaları içinde hane halkının  yaptığı harcamaların payı yüzde 20,2’dir ve bu oran OECD ortalamasının iki katını aşmaktadır.. 2011 yılında velilerin eğitim harcamaları toplamı 13 milyar 782 milyon TL iken, 2020 sonu itibariyle bu rakam yaklaşık dört kat artarak 54 milyar 754 milyon TL’ye yükselmiştir. Bu oran her yıl artmaktadır. Kamusal eğitim erişilebilir, eşit parasız ve nitelikli eğitimi ifade eder ve  bir haktır. Gerek uluslararası sözleşmeler gerekse anayasa gereği devlet bunu sağlamakla yükümlüdür
TÖB SEN olarak talebimiz, Herkese eşit ve parasız eğitim hakkının sağlanması, bilimsel, laik eğitim için somut adımların atılması, ekonomik krizle birlikte ekonomik gücü kalmayan halkın yükünü azaltmak için somut adımların atılmasıdır.
4.KAMU OKULLARINA ÖDENEK AYRILMAMIŞTIR.
2022 eğitim bütçesi, en temel hak olan Eğitim hakkının sağlanması konusunda ve  yoksul halk çocuklarının  yaşadığı sorunlara çözüm üretmek konusunda oldukça yetersizdir. Aktarılan bütçeden hiçbir şekilde yoksul halk çocukları yararlanamamaktadır
2022 MEB bütçesi 189 milyar 11 milyon lira; yükseköğretim bütçesi ise 57 milyar 740 milyon lira olarak belirlenmiştir. MEB Eğitim bütçesini her yıl oransal olarak arttırdığını söylese de bu sadece yanıltma amacını taşımaktadır. 
MEB verilerine göre ilkokullarda öğrenci sayısı 30’dan fazla olan şube oranı 2021 itibariyle yüzde 25,4; ortaokullarda yüzde 25,4’tür. Oysaki İmam hatip ortaokullarında 30'dan fazla öğrenci olan şube oranı sadece % 14,8’dir. Bu veriler, eğitimde kaynakların eşit olmayan biçimde imam hatip okulları lehine kullanıldığını ortaya koymaktadır.
  Özellikle salgın koşullarında seyreltilmiş sınıflar ihtiyacı, genel ortaöğretimde de ciddi biçimde derslik ve öğretmen ihtiyacı bulunmasına rağmen bunun için yeterli bütçe ayrılmamıştır.
Aynı Milli Eğitim Bakanlığı ülke içindeki okullara ihtiyaç olmasına rağmen kaynak aktarmamakta elindeki kaynağı sözde  yurtdışındaki okullarda kullanması için Maarif Vakfı adı altında, başka bir yapıya aktarmaktadır. Türkiye Maarif Vakfına 2020 yılı sonuna kadar MEB bütçesinde toplam 1 milyar 603 milyon lira aktarılmıştır. 2021 yılında 486 milyon 783 bin lira bütçe ayrılan Türkiye Maarif Vakfı’nın (TMV) bütçesi 2022 yılında yaklaşık 3 kat artarak 1 milyar 389 milyon lira olmuştur.
Resmi Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye Maarif Vakfına 2022 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden 1 milyar 871 milyon 857 bin TL'ye kadar kaynak aktarılabileceği belirtilmiştir. Oysaki MEB’in inşaat maliyetlerindeki artışları gerekçe göstererek 191 okul ihalesini iptal etmiştir. Böyle  bir dönemde Türkiye Maarif Vakfına MEB bütçesinden kaynak aktarılması skandal sayılacak boyuttadır. MEB’in ideolojik bakış açısıyla yurt içi ve yurt dışında çalışmalar yapan vakıflara kamu kaynaklarını aktarması kabul edilemez.
Eğitim temel bir haktır ve herkese eşit koşullarda sunulması gerekir bu hak aynı zamanda başka bir kuruma devredilemez.
5.MİLLİ EĞİTİM ŞURASINDA ÇOCUĞUN ÜSTÜN YARARI İLKESİ YOK SAYILMIŞTIR.
20.Milli Eğitim Şurası önceden planlanmış kararlarla geçiştirildi. Şura öncesi sosyal medyada gündem yaratan ve çalışma yapan cemaatler şura'da istekleri doğrultusunda kararların alınmasını sağlamışlardır. Dindar nesil, ümmet toplumu projesi doğrultusunda hedef kitle 4-6 yaş grubunda yer alan çocuklarımız olmuştur.  Saray’da yapılan 20. Milli Eğitim Şurası’nda, daha önceden Okul Öncesi İhtisas Komisyonu’nda kabul edilmeyen okul öncesi eğitiminde din eğitimi verilmesi yönündeki tavsiye kararı, 46 eğitimcinin şerh koymasına rağmen oy çokluğuyla kabul edilmiştir. Oysa çocuk hakları evrensel beyannamesi gereği  çocuğun üstün yararı ilkesi çocuklar hakkında alınacak kararlar için temel bir ilkedir. Hiçbir şekilde Pedagoji bilimine uygun olmayan, çocukların gelişimlerine aykırı olan  ve telafi edilmesi imkansız zararlara yol açacak olan bu tavsiye kararını kabul edilemez. Aynı zamanda bu karar dünya görüşü, yaşam tarzı ve inanca yönelik bir dayatmadır.
Bu durum 4-6 yaş grubundaki tüm çocuklar için büyük bir tehdittir. Nitekim bu kararın hemen ardından il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri tarafından okul öncesi çağdaki çocuklara yönelik “değerler eğitimi” adı altında dini eğitim kursları açılmıştır.
6.ÖĞRETMENLİK MESLEK KANUNU HAKLARIMIZI VE ÖĞRERMENİN BEKLENTILERİNİ KARŞILAMAMIŞTIR.
Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK), sendikamız TÖB SEN ve diğer eğitim sendikalarının eleştiri ve itirazlarına rağmen 3 Şubat 2022 tarihinde TBMM’de kabul edildi. Öğretmenlik Meslek Kanunu’na ilişkin olarak “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları Yönetmeliği”de daha sonra  yayınlanmıştır. Öncelikle belirtmek isteriz ki yandaş sendikanın görüşü alınarak hazırlanan bu kanunun kapsamı kabul edilemez öğretmenlik mesleği sadece kamuda ifa edilen bir meslek değildir, özel sektörde çalışan öğretmenlerde söz konusu ve ÖMK bu meslektaşlarımızın hakları ile ilgili herhangi bir maddeye sahip değildir. Özel sektörde çalışan öğretmenlere uzman öğretmenlik hakkı verilmesi bu eksikliği gidermemiştir.
Bunun yanında örneğin  ÖMK’da sözleşmeli öğretmenlik kaldırılmamıştır.2014 ve 2017 de dile getirilen Performansa dayalı iş koşullarını reddeden bir madde yoktur.
Öğretmenlerin temel haklarını, iş güvencesi başta olmak üzere sosyal, demokratik, mesleki ve özlük haklarını güvenceye alan maddeler yoktur.
Öğretmenin Ekonomik kayıplarını karşılayacak insanca yaşam koşullarının altında yaşamasının önüne geçecek bir madde yoktur.
Öğretmenleri  kariyer basamakları adı altında ayrıştırarak ,bölen, ‘eşit işe eşit ücret’ ilkesine aykırı bir biçimde hazırlanan ve iş barışını bozacak ÖMK öğretmenlerin  yaşadığı sorunları çözmek bir yana daha da karmaşık hale getirmiştir.
Eğitim'in en önemli öznesi olan öğretmenlik mesleğinin sorunları kariyer basamakları ve buna bağlı olarak maaş artışı ile çözülemez. Halen kabul edilmeyecek şekilde var olan mevcut sistemde  kadrolu, sözleşmeli, ücretli öğretmen ayrımlarına ‘uzman öğretmen’ ve ‘başöğretmen’ gibi yeni statülerin eklenmesi doğru değildir. Ayrıca Anayasanın 55.maddesinde ücrette adaletin sağlanması ilkesine aykırı bir yasadır.
TÖB SEN olarak  biçim ve içerik açısından eğitim emekçilerinin temel haklarını, ekonomik talepler ve iş güvencesi başta olmak üzere sosyal, demokratik, mesleki ve özlük haklarını güvenceye alan bir meslek kanununun yeniden düzenlemesi konusunda  mücadele vereceğimizin bilinmesini isteriz. Söz konusu Öğretmenlik Meslek Kanunu siyasal iktidara her koşulda biat eden, eleştirmeyen, sorgulamayan, adaylık sürecinden itibaren iktidara yakın sendikalara üye olmaya yönlendirilen bir düzenlemedir. 
7.OKULLARDA YARDİMCI HİZMETLER EKSİKLİĞİNDEN DOLAYI HİJYEN SAĞLANAMAMAKTADIR.
Okullarda yeteri derecede "hizmetli" kadrosunun olmamasından dolayı derslikler hijyen ortamından uzak çocuklar temiz olmayan ortamlarda ders görmektedir. Temizlik personeli sorunu önemli bir sorun haline gelmiş İktidar buna yönelik bir kadro açmak yerine sorunun çözümünü  okul idarelerine ve öğretmenlere, İŞKUR’dan gelecek personele bırakmıştır. MEB’in verilerine göre örgün eğitimdeki toplam 53 bin 620 okulda yalnızca 27 bin 180 kadrolu hizmetli görev yapıyor. Bir kadrolu hizmetliye 559 öğrenci düşüyor.
TÖB SEN  bu konuda eğitim öğretim sürecinin başında MEB’e bu sorunun çözülmesi konusunda çağrıda bulunmuş ve basın 2 defa basın açıklaması yapmıştır.
2021-2022 Eğitim Öğretim sürecinin  başında okullarda temizlik yapacak hizmetli yok bu vahim bir durum demiştik fakat bakanlık bildiğini okumaya devam etti. Bu sorunun çözümü Öğretmenlerden para toplanarak, dışarıdan sigortasız birini okulda çalıştırma yöntemi ile geçici çözülmeye çalışılmaktadır. Okullar hijyen olarak  çok kötü durumda. Hijyeni bırakın, birçok okul çöp içinde. Ayrıca devlet İŞKUR personel alımını üçte bire düşürmüş durumda  dolayısıyla bu sorun çözümsüz bir hal almıştır. Bu sorunun çözümü için Milli Eğitim Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı  yeterli sayıda Hizmetli kadrosu açıp alım yapmak zorundadır.
SONUÇ
Eğitim bir ülkenin geleceğinin belirlendiği süreci ifade eder. Eğitim Öğretim süreci ideolojik beklentileri karşılamak için kullanılamaz.20 yıldır ve özellikle 4+4+4 Eğitim Öğretim Sisteminin getirilmesiyle birlikte Eğitim yere  çakılmış durumda, bakanlığın sürekli değiştiği fakat her gelen bakanın ideolojik aygıt olarak kullanılan Eğitimin sorunlarına kalıcı çözüm bulmak yerine cemaat, dernek, vakıflara ve Diyanet İşleri Başkanlığına nasıl daha fazla yer verebiliriz sorusuna cevap aradıklarını net olarak görebiliriz.20.Milli Eğitim Şurasında alınan kararlar bunun net kanıtıdır.
Eğitim sisteminde kalıcı hale gelen sorunlara çözüm bulamayan Milli Eğitim Bakanlığı çözüm konusunda da bir tek yandaş sendikayı referans almaktadır. Gerici eğitim dayatması çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamadığı gibi çağdaş dünyanın gerisinde kalan bir ülke konumuna girilmiştir. PİSA sonuçları ve uluslar arası değerlendirmeler bunun net kanıtıdır. Böyle olunca maalesef çocuklarımızın umutsuz, gelecek konusunda kaygılı olmaları sonucu ortaya çıkmıştır. Her çocuğun en büyük hedefi yurtdışına çıkmak olmuştur. Buna rağmen Milli Eğitim Bakanlığı yoğun bir şekilde Eğitimin niteliğini  dinselleşme ve ticarileştirme yoluyla arttırabileceğini halka inandırmaya çalışmaktadır Maalesef sermayeye ve ideolojik hedeflere uygun olarak alınan bilim karşıtı kararlar okullarda hayata geçirilmeye devam etmektedir. Yapılan protokoller tamamen ideolojik protokoller olup gerek pedagojik olarak gerekse çağın gereksinimlerine uygun olmayan yaklaşımların halk çocuklarına dayatılmasıdır.
Belirtmek isteriz ki Eğitim sisteminde yaşanan sorunlara bütünsel bakmak gerekir bu sorunlar, ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda yaşanan gelişmelerden bağımsız değildir. TÖB SEN olarak Eğitim de her geçen gün daha da derinleşen sorunların çözümü konusunda ses vermede geri adım atmayacağımızı belirtmek isteriz. Her geçen gün daha da piyasalaştırılan, okul öncesinden üniversiteye kadar bilimden ve laiklikten vazgeçildiği Eğitimde kamusal, laik, bilimsel ve parasız eğitim talebimizden vazgeçmeyeceğimizin de bilinmesini isteriz.”
Foto-Haber:Nezahat Fırıncıoğulları
 

Editör: TE Bilişim