Ekoloji Birliği ve İklim Adaleti Koalisyonu, 6 Şubat depremlerini 1. yılında hazırladıkları raporu Hatay’da kamuoyuyla paylaştı.
Ekoloji Birliği ve İklim Adaleti Koalisyonu heyeti depremin üzerinden geçen bir yılda deprem bölgelerinde karşı karşıya kalınan ekolojik tahribat sürecine dair ayrıntılı bilgileri ve tespitleri içeren raporunu düzenledikleri basın açıklamasıyla anlattı.
Heyet yaptığı basın açıklamasında “6 Şubat depremini yaşadığımız günün üzerinden tam bir yıl geçti. Depremin ilk günlerinden itibaren, ekoloji örgütleri olarak yıkımdan zarar gören tüm alanlarla dayanışmayı büyütmeye çalıştık. Doğal bir afet olan deprem, iktidar güçlerinin uzun yıllara dayanan rant ve yağma düzeni nedeniyle büyük bir yıkıma dönüştü. İmar affı başta olmak üzere, kentleşme biçimleri, depreme dirençli kentlerin hazırlanmamış olması gibi çok sayıda faktör bu yıkımın büyümesine neden oldu. Yıkımın ardından arama kurtarma faaliyetlerinin yetersizliği, sağ kurtulan yurttaşların günlerce kötü koşullarda yaşamaya mahkum edilmesi, temel ihtiyaçların karşılanması için gerekli hızlı adımların atılmaması depremi büyük bir travma haline getirdi. "Yaşam icin buradayız" sözüyle dayanışmayı yeniden büyütmeye, ses olmaya geldiğimiz Hatay sokaklarında görüyoruz ki aradan geçen bir yılda çözülmesi gereken sorunların büyük çoğunluğu çözülmemiş, temel ihtiyaçlar giderilmemiş durumda. 
Doğru bilgiye ulaşmanın çok zor olduğu bu dönemde, ekoloji örgütleri olarak dayanışmayı büyüttüğümüz faaliyetlerin yanı sıra, yaşanan bu yıkım sürecinin ekolojik tahribat yönüyle objektif olarak yansıtılması gerektiğini düşündük. Saha deneyimleri ve gözlemlere dayanan ayrıntılı bir rapor ortaya çıkarmak istedik. 
Rapor hazırlık döneminde; 6 Şubat depremlerinin yaşandığı tüm illerdeki ekoloji, emek ve meslek örgütleriyle haftalık hibrit toplantılar yaparak bilgi topladık. Toplantılarda doğa, hukuk, sağlık, göç, ekonomi, sosyoloji vb. farklı alanlarda bir yılda yaşananların ve bir yılın sonunda gelinen durumun tespit edilmesine yönelik gündem belirledik. İçerik olarak toplantılarda aktarılanların yanı sıra bir yıl içinde ekoloji, emek ve meslek örgütleriyle, yerel örgütlenmelerce yapılan gözlemler, basın açıklamaları, eylemler ve raporlama çalışmalarından süzülen bilgileri de rapora ekledik. Raporlama tekniği bakımından, verili durumun aktarımının ardından her konu başlığı için analiz üretme yöntemini benimsedik. Açık kaynaklardan elde edilen sayısal verilerle zenginleştirilmiş raporumuz, mevcut durumun güncel, gerçek halini ortaya koymayı hedeflemektedir.
Ekolojik ve Sosyolojik Tahribat isimli birinci bölümümüzde farklı başlıklardaki sorunları ele aldık. Hafriyat taşınması ve moloz alanlarında ekokırım olarak tanımladığımız büyük tahribatı ve depremde yaşamın yeniden kurulması gereken kentlerde yeni maden ve enerji projeleriyle çoğalan doğa suçlarını detaylıca inceleyerek veri haline getirdik. Depremin yarattığı yıkımın ardından yapılaşma bahanesiyle başlatılan yağma süreci, yasal düzenlemeler ile yapılan saldırılar ve bunlara karşı örgütlenen itirazlar, barınma hakkının ihlali, hayvanlara yönelik sömürüler, halkın geçim alanlarının ve yardımların durumu, yaşanan zorunlu göç ve göçmenlerin yaşadıkları sorunlar başta olmak üzere hak gasplarını teşhir ettik.
Sonuç kısmında ise yeni bir yaşamı nasıl var edebileceğimizi, ekolojik yaşamın mümkün olduğunu, yaşamı bozguna uğratma çabalarına karşı mücadeleyi ve dayanışmayı büyütürken kendi pratiklerimizi yaratmanın önemini tartıştık. Ekoloji örgütleri olarak deprem sonrası dayanışma ilişkilerimizi, mücadelemizi büyütürken, hazırladığımız raporun sağlayacağı bilginin gücümüzü büyüteceğini düşünüyoruz. “ ifadelerine yer verdi.
‘UYGUNSUZ ENKAZ YÖNETİMİ HALK SAĞLIĞINI TEHDİT EDİYOR’
Raporda, deprem bölgesinde yıkım işlemlerinin yönetmelik koşullarına uymadan ve yeterli toz önleme tedbirleri alınmadan yapıldığı ve molozların taşınması sırasında da gerekli önlemlerin alınmadığı ifade ediliyor. Bu durumun hava kirliliği ve görünür sis bulutlarına neden olduğu aktarılan gözlemler arasında. Yıkım alanlarında asbest kullanımının yetersiz denetimi ve bunun sağlık üzerindeki etkileri, özellikle akciğer zarı kanseri riski olarak belirtiliyor.
Rapora göre enkaz döküm alanlarının tarım arazilerine, dere yataklarına ve sulak alanların yakınlarında olması, plastik, asbest, ağır metaller ve diğer kirleticilerin besin zincirine karışmasına neden oluyor. Özellikle molozların Asi Nehri’nin kenarlarına, tarım arazilerine ve geçici yaşam alanlarının yakınlarına dökülmesinin, bu alanlarda ciddi ekolojik yıkıma yol açtığı açıklanıyor.
DEPREM BÖLGESİNDE MADEN, GES VE PETROL PROJELERİ ARTIYOR
Ekoloji örgütlerinin depremin birinci yılı raporunda, deprem bölgelerindeki yıkım projelerinin çevresel ve sosyal etkilerine de odaklanılıyor. Özellikle Hatay’da, şehrin yaşanan büyük tahribattan sonra alüvyal zeminden başka bir yere taşınma planlarına değinilirken, bu süreçte insan haklarının gözetilmesi ve yeni hak kayıplarının önlenmesi gerektiği vurgulanıyor.
Raporda yer alan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 2022-2023 arasındaki çevresel etki değerlendirme (ÇED) verilerine göre, depremden etkilenen 11 ilde toplam 705 ÇED başvurusu yapıldığı, bunların çoğunun “ÇED Gerekli Değildir” kararıyla sonuçlandığı belirtiliyor.
Maden, hazır beton/çimento santralleri, petrol arama ve kum/çakıl ocakları gibi projelerde de önemli bir artış göze çarpıyor. Özellikle Hatay’daki maden projelerinde yüzde 70, Şanlıurfa‘da GES projelerinde yüzde 89 ve Diyarbakır‘da petrol arama projelerinde yüzde 92’lik bir artış yaşandığı açıklanıyor.
Bu projelerin deprem bölgelerinde ekosistem yıkımı tehdidini artırdığı ifade ediliyor. Malatya Arguvan‘da baraj etrafında altın arama amaçlı açılan derin kuyular, Elbistan‘daki su kaynaklarına yakın yeni maden ruhsatları ve Maraş’ta HES ve maden çalışmalarının artışı gibi durumlar, ekosistemin ciddi şekilde tehdit altında olduğunu gösteriyor. Raporda, deprem sonrası onarıcı ve koruyucu devlet politikalarının eksikliği, kar odaklı yapılan yıkım ve enkaz taşıma faaliyetlerinin doğal afeti daha büyük bir çevresel felakete dönüştürdüğü eleştiriliyor.
“YASAL DÜZENLEMELER HAK GASPLARINI ARTIRDI”
Deprem sonrasında yürürlüğe giren yasal düzenlemelerin ve yapılaşma projelerinin hak gasplarını artırdığı ve bölgenin toparlanmasını engellediği, ‘Ekoloji Örgütleri Birinci Yıl Deprem Raporu’nda ele alınan konular arasında. Rapor, depremle ilgili soruşturmalarda kamu görevlilerinin genellikle ‘tali kusurlu’ olarak değerlendirildiğini ve hiçbir kamu görevlisinin sanık sıfatıyla yer almadığını belirtiyor.
Özellikle Malatya’da yapılaşma ile ilgili olarak TMMOB‘un beş kat sınırlaması önerisine rağmen, yerel yönetimlerin yüksek kat izinleri verdiği ve bu durumun yasal mücadelelere konu olduğu ifade ediliyor. Deprem sonrası çıkarılan ‘torba kanun’ ile zeytinlik, ormanlık alan ve meraların imara açılması, bu süreçte insanların mülksüzleştirme tehdidi altında bırakılması eleştiriliyor.
Rapor, deprem sonrası yürütülen yeniden inşa süreçlerindeki eksiklikleri ve sorunları da ele alıyor. Yapılaşma süreçlerinin yerel halk ve meslek odalarının görüşlerine başvurulmadan, tarım arazilerinin yapılaşma alanı olarak seçilmesi ve çevresel mevzuatlara uyulmaması gibi yanlışlarla dolu olduğu, “Yazılı yasalardan bağımsız, reel hayatta suçun sorumlusunun aranmıyor ve cezalandırılmıyor oluşu muhtemel toplu cinayetlerin temelinin atılmasına neden olmaktadır” ifadeleriyle vurgulanıyor.
TÜRCÜ AKLIN ENKAZINDA HAYVANLAR
Raporda “Türcü Aklın Enkazında Hayvanlar” başlığıyla yer alan bölümde ise, deprem sonrasında hayvanlara yönelik sömürücü egemen bakışın değişmeden sürdüğü ifade ediliyor. Enkazlardan çıkan cins hayvanlara yeni yuvalar bulunamadığı ve bu hayvanların pazarlarda satışa çıkartıldığı, yem bulunamaması nedeniyle veya zarar etmemek için hayvanların ya tacirlere satıldığı ya da kesime yollandığı da raporun tespitleri arasında yer alıyor.
 RAPORDA GÖÇ MESELESİ
Depremin ardından Adana‘dan İstanbul‘a kadar geniş bir bölgeye toplam 35 milyon insanın göç ettiği tahmin ediliyor. Maraş‘tan kent dışına yaklaşık 200 bin kişinin, Diyarbakır‘dan kırsala ve büyük şehirlere yoğun bir göç yaşandığı, Antep‘e de yoğun göçlerin olduğu kaydedildi.
Hatay’da göçün boyutlarının ciddi olduğu, kente geri dönmek isteyenler için İskenderun‘un tek seçenek olduğu ancak yüksek kiraların geri dönüşü engellediği, eğitimdeki belirsizliklerin de geri dönüş ihtimalini azalttığı ifade edilirken; Hatay’dan Ankara’ya göç edenlerin sayısının 300 bine yaklaştığı, Antalya, Mersin, Kayseri ve Muğla gibi şehirlere de göç olduğu belirtiliyor. Göç alan yerlerde çarpık yerleşim sonucu kentlerin yapısının bozulduğuna, kamusal ve sosyal hizmetlerde aksamalar yaşandığına ve sosyo-kültürel çatışma risklerinin arttığına da dikkat çekiliyor.
Deprem bölgelerinden diğer kentlere ve yurt dışına milyonlarca insanın göç ettiği, ancak bir yıl geçmesine rağmen bu konuyla ilgili kapsamlı bir göç çalışmasının yapılmadığı da raporda yer alan çarpıcı sonuçlar arasında.
Foto-Haber: Nezahat Fırıncıoğulları
 

Editör: Nezahat Fırıncıoğulları