Eğitim Sen Samandağ Şubesi tarafından “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” dolayısıyla Abdullah Cömert Alanında basın açıklaması düzenledi.                      
Eğitim Sen Samandağ Şube Yönetimi ve üyelerinin katılımıyla gerçekleştirilen basın açıklamasına “Yaşasın Devrim ve Sosyalizim” sloganı ve 6 Şubat Depremi sonrasında hala çözülmeyen sorunlar damga vurdu.
Eğitim Sen adına basın açıklamasını Esra Emir Bakır okurken, deprem sonrası dinledikleri halkın yaşadıkları sorunları Mine Doğru Özkan dile getirdi.
Eğitim Sen Samandağ Şubesi tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlarının birlik, dayanışma ve mücadele günü. İnsanca çalışma koşulları talep ettikleri için diri diri yakılan kadınlara ve bu mücadeleyi bugünlere taşıyan emekçi, devrimci kadınlara atfedilen bir gün.    
Bugünkü 8 Mart açıklamamıza “Yaşasın Sosyalizm” şiarıyla devam etmek istiyoruz. Çünkü yüzyıllardır dünyayı yöneten kapitalist düzen ve kapitalist ahlak anlayışı kadını- insanı- her gün biraz daha köleleştirmektedir. Sosyalizm ise özgürleştirir!
Kapitalist düzen ve kapitalist ahlak anlayışı kadını- insanı- öldürmekte. Sosyalizm ise yaşatır!
Kapitalizmde kadın; her açıdan sömürülmeye müstahak bir varlık, vücudundan kâr edilecek bir meta; şu yüzyılda bile gerici zihniyetlerin hâlâ yatak odasına, çocuk odasına, mutfağa hapsetmek istediği bir ev kölesidir. Hele ki siyasi iktidarın prim vererek güçlendirdiği tarikatların, cemaatlerin elinde değersiz bir maşa.
Hem ezilen bir cins hem de ezilen bir sınıf olarak kadını özgürleştirecek olan ise sosyalizmdir. Çünkü kadının cins olarak aşağılanmasına, baskı altına alınmasına, sınıf olarak da ezilmesine yol açan özel mülkiyet koşulları ortadan kalkacak, özel mülkiyetin ortadan kalkmasıyla birlikte insanın özgürleşmesinin önü açılacaktır.
Yaşasın devrim ve sosyalizm! Emekçiyiz haklıyız kazanacağız!
Tarih, sınıf mücadeleleriyle doludur. Dolayısıyla özel mülkiyetin ortaya çıkışı, analık hukukunun yıkılması, bütün haklarının ellerinden alınması sonucu daha çok baskıya ve sömürüye maruz kalan kadınların mücadelesi de bu sınıf mücadelesinin içinde yerini almış, kadınlar dünyanın dört bir yanında direniş destanları yazmış, yazmaya da devam edecektir.
İşte 8 Mart’ı yaratan da bu direniş destanlarından sadece bir tanesidir.

Görev Yerini Değiştiren  Öğretmenlere Geri Dönüş Hakkı Görev Yerini Değiştiren Öğretmenlere Geri Dönüş Hakkı

Ne dedik, tarih sınıfların mücadelesidir. Ve tarih, başta emek olmak üzere her türlü sömürüye, zulme başkaldıran kadınların diri diri yakılışına; sömürüye, zulme boyun eğmemenin onuruyla katledilen devrimcilere tanıklık etmiştir. Dünyanın dört bir yanında “Yoksulluk kader değildir. Bizi yoksul bırakan, emek sömürüsü ile saltanatlar kuran kapitalist sermayenin kendisidir.” diyen ve insanca bir yaşamı örme mücadelesinde her türlü bedeli göze alan ve gerektiğinde bunu yaşamıyla ödeyen dünyanın en onurlu insanlarının kahramanlık destanlarına da tanıklık etmiştir.
Bugünse tarih yeniden ve yeniden sermayenin ve sermayeyi temsilen siyasi arenada yer alan iktidarın halk düşmanı yüzüne tanıklık etmektedir.
Tek şiarı kâr olan ve daha fazla kâr uğruna her türlü cinayeti göze alan sermaye daha dün bizi Erzincan’da siyanüre gömdü.
Onlar daha çok kâr etsin diye üç kuruşa çalıştık, açlıktan öldük! Madenlerde, fabrikalarda öldük! Selde öldük!
6 Şubat depremlerinde, yine daha fazla kâr uğruna inşa ettikleri sahte betonların arasında kaybolup gitti hayatlarımız.
Öldüğümüzle kaldık. Her şeyimizi kaybettik. En kıymetlilerimizi, canımızdan çok sevdiklerimizi gömdük önce yüreğimize sonra toprağa.
Bir seneyi aşkın bir süredir acılarımızla baş başayız. “Depremin hemen ardından büyük bir ivedilikle ve organize bir şekilde halkımızın yanındaydık. Deprem yaralarını büyük oranda sardık. Şu kadar konutu depremzedelerimize teslim ettik.” kocaman yalanıyla tribünlere oynadılar hep. Ancak öyle bir aymazlık içindeler ki kendi yalanlarına bile tahammülleri olmadığı için hemen ardından kendileriyle uyum içinde olmayanlara hizmet etmeyeceklerini hiç çekinmeden gözümüzün içine baka baka söylediler.
Dostlar, siyasi erkin bu ayyuka çıkmış halk düşmanı yüzlerini hep biliyorduk zaten. Şimdi depremin sancılarını hâlâ ta içlerinde yaşayan sevgili halkımıza kulak verelim. Halkımızın dilinden deprem sonrası gerçekler:
Bir yılı aşkın bir süredir çadırlardayız. Ciddi bir destekle karşılaşmadık hiç. Hâlâ temiz su, elektrik sıkıntısı yaşıyoruz. Çocuklarımızın karnını doyuramıyoruz.
AFAD, konteyner kentler oluşturdu. Evet, bize konteyner verdiler ancak insanca yaşama koşullarından yoksunuz. Özgür değiliz bir kere. Bize sürekli müdahale ediliyor, bağırılıyor. Köle muamelesi görüyoruz. Burada hiç kimse mutlu değil. Konteynerlere verilen su çok kirli. Çoğu zaman kurt kaynadığına tanık olduk. Bu kirli sulardan dolayı çocuklarımızın vücudunda kaşıntıya bağlı olarak yaralar oluşuyor. Doktora götürüyoruz, tedaviyle iyileşiyorlar, ardından tekrar aynı sıkıntılar.
Tente olmadığı için yağmur yağdığı zaman konteynerlerin içine su giriyor, perişan oluyoruz. Çocukların ayakkabıları suyla doluyor, ertesi gün okula gönderemiyoruz. Konteynırların içi dar. Aile kaç kişilik olursa olsun verilen konteynerler aynı büyüklükte. Üst üste yatıyoruz. Misafir ağırlayamıyoruz.
Üniversiteye hazırlanan çocuklarımız her türlü imkândan yoksun. Kazansalar bile hangi parayla okutabiliriz ki onları. İş yok, ev yok. Perişanız. Yangın korkusuyla konteynırlarımızdan dışarı çıkamıyoruz. Sürekli diken üstündeyiz.
AFAD’ın kurduğu bu konteyner kentte sürekli bir şeylere imza atıyoruz. Şu kadar mal geldi, şunlar dağıtıldı diye. Çoğu zaman almadığımız yardımların altına imza atıyoruz. Elektrik, su tesisatları sürekli arıza veriyor. Borular patlıyor. Hiçbir şey düzgün işlemediği için ne doğru dürüst ısınabiliyoruz ne yıkanabiliyoruz ne de karnımızı doyurabiliyoruz.
Toplanan deprem yardımları nerede? Vergi veriyoruz biz. Nerede vergilerimiz?
AFAD bize bir tane konteyner verdi. Gördüğünüz gibi yola kurduk. Yerimiz yok çünkü. Konteyner kentte olmadığımız için konteyner kentlerdeki basit hizmetlerden bile yararlanamıyoruz. Tuvalet yok, su yok, elektrik yok. Taşıma suyla hallediyoruz işlerimizi. Lavabo ihtiyacımız için şu karşıda gördüğünüz ağır hasarlı binaya giriyoruz.
Hayat şartlarımız çok zor. İş yok, güç yok, ev yok. Ulaşım yok. Özellikle Hatay’a neden yardım gelmiyor?  
İŞKUR bize geçici görevler veriyor. Bir süre sonra sözleşmemizi sona erdiriyor. Bunun bir mantığı yok. İş, sürekli olmalı çünkü geçinemiyoruz.
İçinde bulunduğumuz koşullar o kadar kötü ki alerjik reaksiyonlar peşimizi bırakmıyor, sürekli hasta oluyoruz.
Evleri yıkılanlar ev yaptıramıyor. Nasıl yaptırsınlar ki? Bir ülkede devlet niçin olur? Aynı zamanda bu gibi felaketlerde halkın yanında olmak için değil mi? Biz vergi veriyoruz. Biz tek başımıza ne yapabiliriz ki? Evleri az hasarlı olanlar da tadilat yapamıyor. Her şey ateş pahası.
Biz öğretmeniz. Okulumuzdan kilometrelerce uzaktaki konteynırlarda kalıyoruz. Ulaşım sorunumuz var. Bunu Milli Eğitim Müdürüne de kaymakamlığa da taşıdık. Bize verilen cevap çok komik. Taşımada önceliğimiz öğrenciler, dendi bize. Biz öğretmenler okula gelemez isek eğitim işi nasıl yürüyecek. Bir de kaldığımız konteynırlar yola da uzak. Okul çıkışlarında dar, karanlık yollardan kaldığımız yere yaya olarak ulaşmaya çalışıyoruz. Başımıza bir şey gelse kimsenin ruhu duymaz.
Bizim kaldığımız şu konteynerler, depremin ilk ayında kuruldu. Kurulduğunda tuvaleti, lavabosu, duşlukları yoktu. Aradan bir yıl geçti hâlâ yok. Ortak lavabolar ve duşluklar kurdular. Burada yaklaşık 500 kişi yaşıyor.
Dört adet tuvaletimiz ve üç duşluğumuz var. Ne düzgün duş alabiliyoruz ne de tuvalet ihtiyacımızı insan gibi giderebiliyoruz.
 Biz kaymakamlığa bağlı TYP çalışanlarıyız. 6 ay çalıştırılıp bir hafta işten çıkarılıp tekrar işe alınıyoruz.  Böylece 1 yıl kesintisiz sigortalı olmadığımız için tazminat, yıllık izin ve kadro gibi haklardan yararlanamıyoruz.
Evet sevgili dostlar! Sevgili Samandağ halkı!
Tazminat vermemek, sigortalı yapmamak için bile her şeyi kılıfına uyduran ama aslında uyduramayan bir zihniyet var karşımızda. Bizi açlığa, sefalete mahkûm eden ama öte yandan sermayeye ölümlerimiz ve açlığımız pahasına hizmet eden bir anlayışla karşı karşıyayız. Sermayenin ve onun işbirlikçilerinin halk düşmanı politikalarından kaynaklı depremin üzerinden tam bir yıl bir ay geçmesine rağmen gördüğünüz gibi sorunlar, çözülmek bir yana katmerleşerek artıyor.
Ne merkezi yönetimin bu sorunlara çözüm bulma gibi bir derdi ve gündemi var ne de yerel yönetimlerin üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirme gibi bir gayretleri…  Ve biz Eğitim-Sen’li emekçiler olarak diyoruz ki,
Hak verilmez alınır! Direne direne kazanacağız! Yaşasın örgütlü mücadelemiz!
Hakkımız olanı almak için de alanlarda olmak zorundayız. Örgütlenmek zorundayız. Birileri bu ülkenin geleceği için, bizler için, haklarımız için alanlara çıktığı zaman kulağımızı tıkamayalım.
Birliğimiz gücümüzdür!
Bir şey daha diyoruz. Umudumuzu diri tutmak zorundayız.
Umutsuzluk yasak!
Açıklamamızı Nazım’ın şiiriyle bitirelim istiyoruz.
Bir daha geri dönmemek üzere
Yıkılıp gidecekler!
Ve elbette ki sevgilim,
Elbet dolaşacaktır
Elini kolunu sallaya sallaya
Bu güzelim memlekette hürriyet!
Dünü Unutma Unutturma!             
Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz!
Faşizme Karşı Omuz Omuza!
Kadın Erkek El Ele Mücadeleye! “
Foto-Haber: Neslihan Sağaltıcı
 

Editör: Nezahat Fırıncıoğulları